Mülkiyet Hakkının Korunmasını 3 ana başlık altında inceleyeceğiz.
1) Avrupa insan hakları sözleşmesi ile mülkiyetin korunması
2) Mülkiyetin kamu hukuku alanında korunması
3) Mülkiyetin özel hukukta korunması
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ek birinci protokolünün birinci maddesinde mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Türkiye 4 Kasım 1950 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf oluyor. Ancak sözleşmenin başında henüz bu korunan haklar arasında sayılmıyor. Ne zaman sayılıyor?
• Ek birinci protokol 1950 yılında imzalanıp 1954 yılında yürürlüğe giriyor. Ve bu protokolün birinci maddesine göre; “Her tüzel ve gerçek kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukuku genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek birinci protokolün birinci maddesinde yer alan mülkiyet anlayışı ile yani sözleşmenin korunmasını sağlayan AİHM’nin mülkiyet anlayışı ile ulusal hukuk düzenimizdeki mülkiyet hakkı anlayışı birbirinden son derece farklıdır.
Bizde mülkiyet hakkı tam bir kullanma, yararlanma, tasarruf etme yani üç hakkın varlığının bir arada olduğu bir hak olarak tanımlanırken yani ulusal hukukumuz açısından bu hakların varlığı aranırken AİHM’ne göre mülkiyet hakkının konusunu sağlamayan, onun kapsamına girmeyen mallar veya haklar örneğin alacak, irtifak hakları gibi, lisans s. Kaynaklanan lisans hakları gibi hususlarda mülkiyet hakkının konusunu oluşturuyor. Ülkemizde mülkiyet hakkına ilişkin olarak AİHS’den kaynaklı olan bu koruma özellikle 2010 yılında bireysel başvuru imkanının getirilmesi ile birlikte çok daha büyük ve önemli bir anlam kazanmıştır. Bu nedenle AİHS’deki mülkiyet kavramının özellikle anayasada yapılan bireysel başvurularda bu ölçekte değerlendirilmesinin önü açılmış oldu.
Mülkiyet Hakkının Kamu Hukuku Kaynakları İle Korunması
Anayasa’nın 35 ve 13’üncü maddeleri bu anlamda son derece önemlidir. Anayasamız’ın 35. Maddesi mülkiyet hakkının kendisini bizahati koruyan ancak kamu yararı amacı ile kanunla sınırlanabileceğini ifade ederek mülkiyet hakkının anayasal olarak korunduğunu ifade ediyor. Yine Anayasamızın 13’üncü maddesine göre temel hak ve hürriyetler ancak özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve yine ancak kanunla sınırlanabileceği hüküm altına alınmıştır. Öyleyse anayasanın 13 ve 35’inci maddelerini bir arada değerlendirdiğimizde mülkiyet hakkı bir temel hak ve özgürlük olarak karşımıza çıkıyor. Ve yine AİHS ek birinci protokol birinci maddeye göre kamu yararı amacıyla ve yine kanunla sınırlandırılabiliyor. Buradaki kanun dar anlamda kanundur yani yazılı hukuk kuralları ile örneğin bir yönetmelik ile bunu sınırlandırmanız mümkün olmayacaktır. Anayasanın 46 ve 47’nci maddelerine göre anayasa mülkiyet hakkının özel bir önem atfederek koruyor ve diyor ki; “Devlet ve kamu tüzel kişileri ancak değer karşılığını ödemek suretiyle mülkiyet hakkına el atabilir” yani diyor ki devlet kamulaştırma yapıyorsa önce parayı ödemesi gerekir. Kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklı olarak devletin ciddi bir tazmin yükümlülüğü altında olduğunu söylememiz gerekiyor.
Bizim hukukumuz da ülkemizde özellikle yargı uygulamasına bakıldığında 1970-1980’li yıllara kadar çok sayıda kamulaştırmasız el atmanın yapıldığı ve bunlardan dolayı gerek AİHS’nde gerek anayasa mahkemesine yapılan bireysel başvurularda ciddi ihlal kararlarının çıktığını söylemek mümkündür.
Bunun dışında mülkiyet kavramı kamu hukuku bakımından ceza hukuku alanında da korunmuştur. Nitekim TCK’da malvarlığına karşı işlenen suçlar başlığı taşıyan 10. Bölümde yer alan hükümler aslında mülkiyet hakkını ihlal eden fiillere karşı korumayı ifade etmektedir. Örneğin hırsızlık, güveni kötüye kullanma, yağma, mala zarar verme, dolandırıcılık gibi suç teşkil eden fiiller yani TCK’nın 141-169 maddeleri arasında düzenlenen fiiller bu anlamda bir aslında cezai müeyyideye tabi tutulmuştur.
Yine mülkiyet hakkının kamu hukuku kaynakları ile korunmasında bilhassa idare hukuku açısından da korunması mümkündür. Özellikle yeni açıklanan İnsan Hakları Eylem Planına göre eskiden uzlaştırma başvuruları bakanlık nezdinde gerçekleştirilirken şimdi uzlaştırma başvuruları kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklanan uzlaştırma başvuruları valilik marifeti ile ve 40 günde sonuçlanmak suretiyle çözümlenecektir denmiştir. Bu idare hukuku anlamında getirilen en önemli çözüm odağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mülkiyet Hukukunun Özel Hukuk Alanında Korunması
Özel hukuk anlamında mülkiyeti koruyacak 2 temel dava çeşidi öngörülmüştür:
· İstihkak davası
· El atmanın önlenmesi davası
Bunun dışında zilyetliği koruyan davalar, taşınır davaları, tapu sicilinin düzeltilmesi davası, sınır davaları, sebepsiz zenginleşme ve haksız fiilden doğan davalar, miras sebebiyle istihkak davaları da yine özle hukukun öngördüğü koruma davalarından bazılarıdır. Yine usul hukuku ilkelerinin el verdiği ölçüde mülkiyet hakkının tespitini içeren davalarda bu kapsam içerisinde açılması mümkün davalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
TMK md. 683/II: «Malik malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.»
Bu madde de bahsedilen davalar bizim burada değineceğimiz davalardır. Yani hem istihkak davası hem de el atmanın önlenmesi davası bu kapsam içerisinde değerlendirmektedir.
Zilyetliği koruyan davalar ile mülkiyet hakkının korumakla bağlantısı nedir?
Zilyetlikle malik olmak farklı kavramlardır. Çünkü zilyetlik hakkı taşınır eşyalar için mülkiyete karine oluşturmaktadır. Doğal olarak bu bağlam da bu davaların açılmasının dolaylı da olsa mülkiyet hakkına karine teşkil edeceğini söyleyebiliyoruz.
İSTİHKAK DAVASI
Zilyet olmayan malikin malik olmayan zilyede açtığı davadır. İstihkak davası, dolaysız zilyet durumunda olmayan malikin, malik olmayan zilyede karşı mülkiyet hakkına dayanarak açabildiği ve haksız olarak ele geçirilen veya alıkonulan eşyanın geri verilmesini sağlama amacını güden, ayni nitelikte bir eda davasıdır.
Malikin bu davayı açabilmesi için malın elden çıkış biçimi önemli değildir. Yani malı çalınmış olan malik istihkak davası açabileceği gibi kira süresi bittiği halde kiralatanın geri vermekten kaçınılması durumunda veya kiralananın kiracı tarafından hakkı olmadığı halde bir 3. Kişiye kiralanması durumunda malikin bu davayı açması her zaman mümkündür. Bu nedenle istihkak davası hem taşınmazlar hem de taşınırlar için açılabilir. Ancak taşınmazlar noktasında söz konusu davanın açılabilmesi bakımından şöyle bir problem ile karşılaşırız; taşınmazlarda zilyetliğin kaybedildiği durumlar son derece istisnaidir. Bu nedenle taşınmazlarda istihkak davası açılması neredeyse imkansızdır.
Örneğin başkasına ait bir tarlanın hakkı olmayan 3. Bir kişi tarafından ekilip buradan ürün elde edilmesi durumunda zilyetlik kaybedilmiş olmaz. Sadece el atma söz konusudur. Ne zaman bunu yapabilirsiniz örneğin söz konusu arazinin çitle çevrilmesi, bir binanın işgal edilerek kilitlerinin değiştirilip fiili olarak artık hakimiyetin yitirilmiş olması durumunda bu zilyetliğin sona ermiş olabileceği ve malikin artık haksız zilyede karşı istihkak davası açabileceği anlamı doğar. Ama bunun dışında el atmanın önlenmesi davasının açılması bilhassa taşınmazlar açısından çok daha karşımıza çıkan uygulamada gördüğümüz bir dava türüdür.
Sicil düzeltmesi davası dışında istihkak davasının ayrıca açılmasına gerek var mıdır?
Tapu sicilinin düzeltilmesi davası ya da diğer adıyla yolsuz tescilin düzeltilmesi davası tespit davası mıdır inşai dava mıdır eda davası mıdır?
Yapılan tespit ile sicil düzeltiliyor, sicilin düzeltilmesinin fonksiyonu nedir?
Burada 2 görüş var. İlk görüşe göre; sicil düzeltme davası aynı zamanda bir istihkak veya el atmanın önlenmesi davasıdır doğal olarak siz bu davayla birlikte siz açtığınız zaman ayrıca bir istihkak davası açmanıza gerek yoktur. Bu özellikle usul ekonomisi açısından da karşımıza çıkabilecek rahatlıkla meseleyi çözebileceğimiz bir çözüm yoludur. Doktrinde buna karşılık sicil düzeltilmesi davasının bir tespit davası olduğu yani gerçek malikin kim olduğuna dair bir tespit davası olduğu bu nedenle de tapu siciline işlenirken bu tespit kararının işlendiği bu yüzden de ayrı bir geri vermenin mümkün olmayacağı yani bu kararla birlikte ayrı bir davanın açılmasına gerek olduğu yönünde ciddi bir ağırlık var. Doktrindeki ağırlıklı görüşte budur. Yani sicil düzeltme davası ile birlikte aynı zamanda istihkak davasını açılmasının gerektiği bunun tamamlayıcı bir niteliğe sahip olduğu söyleyenler var ama dediğim gibi usul ekonomisi ilkesini göz önünde bulundurduğumuzda aslında bu davanın tek başına yeterli olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Uygulamada yolsuz tescil ile istihkak davası terditli olarak bir arada açılıyor ki böylece aynı davada yolsuz tescile karar verildiğinde istihkaka dair hükümde verilmiş olsun. Yine TMK 683/2 de düzenlenen istihkak davası ile taşınmazı haksız olarak işgal eden kimseye karşı özellikle zilyetlik dava sürelerinin geçmiş olduğu takdirde bu davayı açmak özel bir önem atfediyor. Çünkü artık siz yetkiye dayalı koruma yollarına başvuramıyorsunuz bu taktirde geri vermeyi yalnızca ve yalnızca istihkak davası ile sağlayabiliyorsunuz.
Yine bir alacak hakkına dayandığı durumlarda taşınmazın kira ya da ödünç sözleşmesi gibi bir şeye konu olduğu durumlarda bu sözleşme sona ermesine rağmen iade ifası gerçekleşmemişse bu takdir de alacak hakkına ilişkin zamanaşımı süresi geçmişse yine istihkak davası ile bu talebin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Yani istihkak davası aslında bizim hukuk sistemimizde bir yerde emniyet supabı gibi yani siz zamanaşımı sürelerini geçmişseniz talep edemiyorsanız o zaman mülkiyet hakkına dayalı olarak her zaman bu davayı açmanız mümkündür.
Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar açısından nasıl istihkak davası açılabilir?
Olağanüstü zamanaşımı yolu ile mülkiyet hakkı tescilden önce maddi şartların gerçekleştirilmesi ile kazanıldığı için yani henüz tapu kütüğüne kaydedilmemiş tapusuz taşınmazların söz konusu olduğu durumlarda yine istihkak davası açılabilir. Ancak burada TMK 713/5’de ki mülkiyet hakkının varlığının kanıtlanması gerekiyor.
Taşınırlar yönünden nasıl hareket edeceğiz?
Taşınırlar açısından biz zaten birçok açıdan zilyetlik davalarını açabiliyoruz. Ama burada da taşınırlar bakımından zilyetlik davalarını açamadığımız durumlarda istihkak davası açmamız mümkün olabilecektir. Yani mal üzerindeki zilyetlik hakkı sona ermişse bu takdirde bu davanın açılması mümkün olacaktır.
Kimler istihkak davası açabilir? Malik dışındakilerde açabilir mi?
Eşya üzerindeki malik dışındaki sınırlı ayni hak sahipleri yani intifa hakkı, irtifak hakkı sahibi ya da rehin alacaklısının bu davayı açması mümkündür. Çünkü burada örneğin rehin hakkında ne var? Güvenilmiş ve bu oradan bir menfaat elde etme ihtimali söz konusudur.
İstihkak davasının niteliği nedir?
İstihkak davası mahiyeti itibariyle ayni nitelikteki bir eda davasıdır. Yani bu dava neticesinde hakim davalının el koyduğu malın zilyetliğinin davacıya intikaline karar verir. Bu bağlamda da davayı kaybeden davalı zilyet olumlu bir davranışta bulunmaya taşınır mallarda teslime taşınmazlarda ise taşınmazın boşaltılmasına mahkum edilir.
Ayni hakka dayandığı için ayni nitelikteki bir dava olmasının pratikteki sonucu nedir?
Zamanaşımına uğramaz çünkü ayni haklar kullanılmamakla sona ermez, zamanaşımına uğramazlar. Alacak hakları ile ayni hakları ayıran en önemli özellik budur.
İstihkak Davasının Tarafları
İstihkak davasında davacı çekişmeli malın dolaysız zilyedi olmayan maliktir. Burada malikin dolaylı zilyet olması mümkündür.
Paylı mülkiyette her bir paydaşın bu davayı açma hakkı var, mülkiyet hakkının koruyucu yetkilerden yararlanma her bir paydaş bu durumdan ayrı ayrı yararlanabilir. Bu durumda davacı lehine bir karar verilirse bu talep bölünemez olduğu için diğer paydaşlarda bu davanın sonucundan yararlanmış olur. (TMK 693)
El birliği ile mülkiyette TMK 702/4’e göre ortaklardan biri topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir demektedir. El birliği ile mülkiyette birlikte hareket etmeleri gerekiyor (zorunlu dava arkadaşlığı) ama Yargıtay TMK 702/4’ten yola çıkarak diyor ki bu gibi durumlar da biz mutlaka korumayı sağlayabilmeliyiz o yüzden ortaklardan herhangi birisinin topluluğa giren hakları koruması amacıyla dava açabileceğini ve bundan tüm ortakların yararlanabileceğini söylüyor. Yargıtay bu anlamda el birliği ile mülkiyette tek bir kişinin dahi dava açmasını yeterli kabul ediyor.
Davacı malik sıfatına haiz olmalıdır. Ancak pek tabi ki malik dışında az önce saydığımız sınırlı ayni hak sahiplerine de bu hakkın verilmesi gerektiğini aksi takdirde bu hakkın kullanamayacaklarından kaynaklı olarak istihkak davası açabileceklerini söylemiştik.
Davalı, eşyaya haksız olarak el koyan, onu halen zilyetliğinde bulunduran kişidir. Burada zilyedin malike karşı zilyetliği haklı bir sebebe dayanıyorsa bu takdirde malikin istihkak talebi söz konusu olamayacaktır. Burada o yüzden haksız zilyet olması önemlidir. Bu haklılık bir ayni ya da kişisel bir hakka dayanabilir?
Zilyet bir başkasına zilyetlik tanımışsa ne olur? Haksız zilyet söz konusu mal üzerinde bir 3. Kişiye zilyetlik tanımışsa ne olur?
Eğer bir başka kişiye zilyetlik tanınmışsa birine de yöneltebiliriz her ikisine de yöneltebiliriz. Pratikteki sonuç bakımından her ikisine yöneltmek çok daha isabetli olacaktır. Çünkü biz ilam her ikisini de etkilesin isteriz bu durumda bu nedenle de onlara bu şekilde yöneltilmesi gerekiyor.
Öte taraftan müşterek zilyetlikte ya da el birliği zilyetlikte tüm zilyetler aleyhine bu davanın açılması gerekiyor.
İspat Yükü
İstihkak davasında kural olarak ispat yükü davacıya aittir. Aslında burada genel kurala atıf yapıyoruz. Ama davacının mülkiyet hakkına sahip olduğunu ispat emesi gerekiyor. Bu ispat için de mülkiyet karinelerine dayanabiliyor.
Mülkiyet hakkının devren kazanıldığı durumlarda ise iyi niyetli ayni hak ediniminin söz konusu olduğu durumlar haricinde davacı mülkiyeti devredenin ediniminin de geçerli olduğunu ispat etmek zorundadır. Yani haksız zilyet 3. Kişiye hırsızlık konusu taşınır bir malı devretmişse daha sonra o zilyede karşı açılacak davada bunun haklı mı haksız mı olduğunun ispat edilmesi gerekiyor. Eğer bu ispat edilirse herhangi bir problem olmaksızın geçiyor.
Mülkiyet karineleri TMK 985 ve 992. Maddelere dayanmak mümkündür. Davacı taşınırlar bakımından önceki zilyetliği taşınmazlar bakımından ise tapu kütüğünde adına kayıtlı mevcut tescil ile birlikte bu davayı açabilir. Bu karinelere dayanabilir.
Davalı açısından o davacının malik olmadığı veya o dava konusu malın zilyetliğinde bulundurmaya hakkı olduğunu ispat etmek suretiyle davanın reddini sağlayabilir. Bu durumda davalı davacının dava konusu varlığı çaldığını ispat ederse veya bir kişisel hakka sahip olduğunu ispat ederse bu takdirde davanın reddi mümkün olacaktır.
TMK 989/2’den kaynaklı olarak davalı davacının iradesi dışında elinden çıkmış olan taşınır malı açık arttırma Pazar yeri vb. bir eşya satan yerden aldığını ispat edip kendisinin de iyiniyetli olduğunu ispat ederse ödenen semerelerin geri verilmesini talep edebilir. Bu talep kabul edilmediği takdirde istihkak davasının yine reddi sağlanır.
Mülkiyet hakkının korunmasına yarayan istihkak talebinin bu haktan ayrılması yani malikin bu hakkını koruma imkanından yoksun bırakılması durumu göz önünde tutularak istihkak talebinin mülkiyet hakkından ayrı olarak devredilemeyeceği kabul ediliyor doktrinde ağırlıklı görüş olarak.
İstihkak Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme
İstihkak davasında, görevli mahkeme, HMK 2/1 uyarınca asliye hukuk mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise; taşınmazlarda malın bulunduğu yer mahkemesi (HMK 12/1), taşınırlarda ise kural olarak davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir (HMK 6/1).
İstihkak davası ile sebepsiz zenginleşme davası arasında nasıl bir ilişki (korelasyon) vardır?
Sebebe bağlılık ilkesini kabul ediyoruz. Onun içinde bizim istihkak davası açmamız gerekiyor eğer istihkak davası açabiliyorsak sebepsiz zenginleşme davası açamıyoruz. Çünkü önleyici bir şey oluyor bu da sebebe bağlılık ilkesinden kaynaklanıyor. İstihkak davası mülkiyet hakkının mevcut olduğu yerlerde açılabilecek bir dava idi, mülkiyet hakkının mevcut olduğu yerlerde davacının sebepsiz zenginleşmesi söz konusu olmuyor. İstihkak davası sebepsiz zenginleşme davasını engelleyen bir davadır.
İstihkak davası açabiliyorsak sebepsiz zenginleşme davası açamıyoruz. Bu anlamda sebepsiz zenginleşmenin tarihi söz konusu örneğin ne zaman açabiliriz istihkak davasına konu olan taşınır veya taşınmaz herhangi bir şekilde yok olmuşsa yani bu davayı açmak mümkün değilse bu takdirde sebepsiz zenginleşme davasının açılması mümkün hale gelecektir.
ELATMANIN ÖNLENMESİ DAVASI
El atmanın önlenmesi davası malike, mülkiyet hakkından doğan yetkilerinin kullanılmasının haksız olarak engellenmesi, kısıtlaması veya zorlaştırılması durumunda kendisini koruma imkanı verir.
• El atmanın önlenmesi davası;
- Mevcut el atmalara son verilmesi
- İlerde meydana gelebilecek el atmaları önlemek için açılır.
Zarar meydana gelmişse davacı ayrıca tazminat talep edebilir. Ancak tazminat talebi el atma davasından farklı olarak haksız fiil hükümlerine göre açılması gerekir.
El atmanın önlenmesi davasının açılabilmesi için temel şart davanın açılacağı sırada haksız el atmanın sürmesi veya ilerde böyle bir el atmanın gerçekleşme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olmasıdır. Bu yüzden haksız el atma sona ermiş, aradan belirli bir süre geçmişse, artık bu dava açılamaz.
El atma, hukuka aykırı, haksız bir el atma olmalıdır. Örneğin bir taşınmaza haksız olarak girilmesi, oraya ağaç dikilmesi veya başka bir kanalizasyon mecrasının açılması haksız el atmaya örnek teşkil eder.
Mülkiyet hakkına haksız olarak el atmaya idarenin öngördüğü esas ve şekillere uymadan usulsüz kamulaştırmalarda dahil edilmelidir. Yine komşuluk hukukundan kaynaklı olan işlemlerde de ihlallerde bu davanın açılması mümkündür.
El atmanın önlenmesi davası hem taşınmaz hem de nadirde olsa taşınır mallar için açılabilir. Taşınırlarda neden nadirdir?
Taşınırlarda mülkiyet hakkının gaspı genelde zilyetliğin gaspı şeklinde karşımıza çıkar bu sebeple de zilyetliğin geri verilmesi davası ya da taşınır davası açılması daha çoktur. Bir zilyetlik söz konusu ise bu durumda da çok daha kolay olan zilyetliğin korunmasına ilişkin olan davalar yani geri verme davası ya da taşınır davası açılması uygulamada daha pratik ve daha kolay sonuca giden davalar bu nedenle de el atmanın önlenmesinde çok nadir görürüz.
Sınırlı aynî hak sahipleri de bu davayı açabilir mi?
Kural olarak öğretide bu görüşü savunuyoruz sınırlı ayni hak sahipleri de aynı istihkak davasında olduğu gibi bu davayı açabileceklerini kabul ediyoruz. El atmanın önlenmesi davası aynî nitelikte bir eda davasıdır. Doğal olarak zamanaşımına uğramaz. Ancak bu hakkın kullanımı TMK 2. maddesinde yer alan sınırlamalara tabi yani dürüstlük kuralına aykırı olarak bu davanın ileri sürülmesi mümkün değildir. Örneğin çok uzun zamandır devam eden ve buna göz yuman malikin artık bu davayı açması hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilecektir.
Davanın Tarafları
Davacı maliktir.
Paylı mülkiyette paydaşlardan her biri
Elbirliğiyle mülkiyette ortaklardan her biri bu davayı açabilir.
Dava El atan kişi ve/veya el atmayı teşvik eden kişiye (Davalı) yöneltiliyor.
İspat Yükü
İspat yükü kural olarak davacıya aittir.
Davacı mülkiyet hakkını ve el atmanın haksızlığı ile uygun illiyet bağını ispat etmelidir.
Buna karşılık davalı, ayni veya kişisel bir hakka dayanarak el atmakta haklı olduğunu ispat edip davanın reddini sağlayabilir
El atmanın önlenmesi talebi, mülkiyet hakkına dayandığından, bu haktan ayrı ve bağımsız olarak üçüncü bir kişiye devredilemez. (istihkak davasında olduğu gibi)
Görevli Ve Yetkili Mahkeme
El atmanın önlenmesi davasında, görevli mahkeme, HMK 2/1 uyarınca asliye hukuk mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise; taşınmazlarda malın bulunduğu yer mahkemesi (HMK 12/1), taşınırlarda ise kural olarak davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir (HMK 6/1).
Tespit davası
Tespit davasıyla çekişmeli bir şey üzerinde davacının mülkiyet hakkının veya bu hakkı sınırlayan bir hakkın mevcut olup olmadığı belirlenir.
- Müspet tespit davası
- Menfi tespit davası
Tespit davasının açılabilmesi, davacının dava konusu ilişkide derhal tespit edilmesi gereken korunmaya değer hukuki bir menfaatinin mevcut olmasına bağlıdır.
Neden HMK’nın 12/1 de taşınmazlarda yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi olarak seçilmiştir?
Keşfin daha rahat yürütülebilmesi için çünkü taşınmazlar da keşif çok önemli bunun yapılabilmesi için de taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinin görevli olması gerekiyor niye çünkü taşınır taşınmaz malın tanımını yaparken bağımlılık unsurundan bahsediyoruz taşınmazlar da doğal olarak o toprağa köke bağlı olduğu için ve başka bir yere nakli mümkün olmadığı için orada yapılması taşınırlar da ise davalının yerleşim yerinde açılması ya da genel kuralın uygulanmasının ise her zaman yanında götürülüp taşınabilecek bir mal olmasıyla ilgisinin olduğunu söyleyebiliriz.
Kiracımla yaşadığım anlaşmazlıktan dolayı kendileriyle tanışmıştım. Çok ilgili ve bilgili bir ekip. Sürecin en başında bile güven duyuyorsunuz zaten. Ülkemizde işini özenle yapan insanları gördükçe mutlu olmamak elde değil.